hesabın var mı? giriş yap

  • özellikle 19. yüzyılın sonunda yaygın olarak görülen ölülerin fotoğraflanması pratiğidir. memento mori olarak da adlandırılır. özellikle viktoryen dönemde çocuk ölüm oranları çok yüksek olduğu için bu fotoğraflara ailelerce gösterilen ilgi artmıştır. post mortem fotoğraflar bir yandan hayli ürkünç görünse de, garip bir şekilde insanı çeken bir yanı vardır. walter benjamin en ünlü yazılarından olan `the work of art in the age of mechanical production` da bu son gözlemime çok doyurucu bir yanıt buluyor. benjamin'e göre ilk dönem fotoğraflarında portrenin (insan yüzünün) temel olması hiç de tesadüfi değildir. sevilen kişilerin hatıralarının kültü bir anlamda çekilen fotoğrafın kült değerini oluşturmaktadır. insan yüzünün fani ifadesi bir aura yaratmaktadır. benjamin bu fotoğraflarda gözlenen melankolinin ve kıyaslanamaz güzelliğin bu aura nedeniyle oluştuğunu söylemektedir. dolayısıyla hissedilen başka şeye (ürkünçlüğün yanında) dair benjamin çok doyurucu bir yanıt veriyor. galiba ilk dönem portrelerinde uzun süre pozlama esnasında oluşan ifadesizlik de (ya da biraz bu ölü ifadesi) bu ilk dönem portrelerine (post mortem olmayanlara) benjamin'in bahsettiği bu aura nevi bir değer katıyor.

    örnek çok internette ama enteresan bir örneğini wikipedia vermiş: http://upload.wikimedia.org/…_deceased_daughter.jpg

    edibüdü: dikkat edilirse yukarıdaki fotoğrafta anne baba flu iken ölü kız nettir. o dönemde pozlama biraz uzun sürdüğü içindir bu. yani anne baba fani kız pek canlı çıkmıştır. bu da böyle bir ironik durum.

    edit: kırmızı başlıklı kızın uyarısıyla link güncel.

  • 1- sahibi olmak için karakterden ödün verilebilen sosyal olgu.
    2- ana ölçütleri, kişinin maddi ve eğitim durumu olan ve toplumun kişiye hangi kastta olduğunu göstermeye çalıştığı etiketin yapıştırıcısı.
    3- "her şeyin bir fiyatı vardır" sözünün söylenebilme sebebi.
    4- önem vermemenin zor olduğu, önem vermenin de son derece "insanca" olduğunun kabul edilmesini gerektiren olgunlaştırıcı toplum yargısı. (belki de yarası)
    5- kişinin bilinçaltına an be an yapılan telkinlerden statüsünün eksik olduğunu düşündüklerini geçiren, eksik olmadığını düşündüklerini geçirmeyen, hücre çeperi.
    6- yeni tanışılan bir kişinin sizi daha yakından tanımak istemesine ya da istememesine sebep olan önyargı oluşturucu.
    7- yaşın ilerlemesiyle artan ya da azalan içsel bir yargı mekanizması.

    tüm genellemelerin yanlış olduğunu unutmadan, kişinin dış görünüşünün ortalama bir dış görünüş olduğunu kabul ederek genellemeye gidelim ve son derece alakasız bir yerde yeni tanışılan kişi üzerinde sosyal statünün nasıl etkileri olduğunu örneklerle açıklayalım:

    varolan durum: yeni tanışılan kişinin önem verdiği sosyal statü sıralaması; meslek>eğitim>kültür>gelir şeklinde.

    potansiyel durum (yani daha iletişime geçilmedi ama geçilmek üzere ve bu kişinin size karşı olan hazır kıta değerlendirme durumu): yeni tanışılmak üzere olan bu kişinin ilk sorusu doğal olarak ne iş yaptığınızı anlamak üzerine olacaktır ve...

    ...gelişme: bu kişinin, öncelikle hangi işle iştigal ettiğinizi öğrenmek istemesindeki sebep; mesleğinizin "onun yaptığı meslekten" daha saygın bir meslek olup olmadığını anlamak istemesinden ileri gelir. buradaki kıstas; "toplumun kabul ettiği ölçütler"dir. eğer, ondan daha saygın bir mesleğe sahip olduğunuzu düşünürse, bu durumda size ikinci sosyal statü sorusunu sorar. zira, kendi "ne yapamamıştır da sizin sahip olduğunuz bu meslekten daha iyi bir mesleğe sahip olamamıştır?" sorusunun cevabını bulmaya çalışmaktadır. zaten ikinci soruya geçmesinin sebebi ve sizi daha iyi tanımak istemesinin sebebi budur dolayısıyla aksi durumda ikinci soruya geçilmez. neden olduğunu bana değil sistem yöneticisine sorunuz.

    sonraki soruya geçilmez çünkü olay tek yönlü bir yolda gidermişçesine işler. yani geri dönemezsiniz. einstein'ın insanın önyargısını kırmanın ne kadar zor olduğu tarifini hatırlayınız.

    hatırladıysanız ve şanslıysanız ikinci soruya geçebilirsiniz. çünkü karşınızdaki çok değerli bir insandır. sizin için zamanını harcamaya başlamış ve size ikinci bir soru sormak istemektedir. bu soru yukarıdaki öncelik sıralamasına göre gidersek; "ondan daha iyi bir eğitim seviyesinde olup olmadığınızı anlamaya çalışması yönünde" olacaktır. fakat burada unutulmaması gereken bir nokta, vereceğiniz cevapların toplum normlarında değerlendirilmesidir. bu şekilde yargılanacağınızı unutmadan cevap verebilirsiniz.. cevabınız, toplum normlarının kabulleri dışında olmadığı sürece muhabbet devam edecektir. yani toplum normlarında kabul gören cevap nedir? üniversite mezunu olup olmadığınızdır. eğer üniversite mezunuysanız üniversitenizin kalitesidir. (bkz: üniversite küçümsemede sütçü imam eşiği) eğer karşıdaki kişi orta seviye bir üniversiteden ama siz düşük kalite bir üniversitenin düşük kalitedeki bir bölümden mezunsanız bu sahibi olduğunuz mesleğe(daha saygın olduğunu kabul ettiği) nasıl sahip olduğunuz sorusunu düşünür ve sinirlenir. çünkü o orayı daha çok hak ediyordur. dünya adaletsizdir. sistem boktandır. işte sizin gibi mallar böyle konumlara geldiği için bu memleket bu durumdadır. hatta küresel ısınmanın bir suçlusu da sizsinizdir. yok hemen hemen eşit seviye de bir eğitim seviyesine sahipseniz bu soru geçilir ve sıra üçüncü soruya gelir.

    (bu arada aklıma gelmişken belirtmek istediğim bir nokta: her seviye de sorulan soruların dolaylılığı artar ve ilk başta direk "ne iş yapıyorsun?" gibi sorulan bir soru 3. soruda "son zamanlarda ne yapıyosun?" kıvamını almaya başlar ve olaylar gelişir.)

    üçüncü soru yukarıda da belirttiğim gibi son zamanlarda neler yaptığınız, hobileriniz, ne gibi yeteneklerinizin olup olmadığını açığa çıkarma temayülündedir ve dolaylı sorulur. burada kullandığınız kelimelere daha fazla dikkat edilir. kişinin buradaki kıstası toplum normlarından çıkmaya başlar ve şahsının kullandığı kelimelerle olan benzerliğe doğru kayar. misal karşınızdaki kişi "amınakoyim" kelimesini rahat bir şekilde kullanabiliyorsa önce sizin bunu kullanıp kullanmadığınıza ve ardından bu gibi referans kelimeleri ne sıklıkta kullandığınıza bakar. referans kelimelerinden kasıt tamamen muhatap olunan kişiye bağlı olarak değişebileceğinden buradaki "amınakoyim" kelimesi de ekstrem bir örnek teşkil edebilir ya da etmeyebilir. karşınızdaki kişi ile kullanılan referans kelimelerin frekansı/sayısı ne kadar fazla ise kişi sizinle ne kadar iyi anlaşabildiğini düşünmeye başlar ve bu boktan sohbet gittikçe derinleşir.

    derinleştikçe arkadaş gelir durumunuzu anlamaya çalışmak ister. yani eğer önceki konuşmalarınızdan anlayamadıysa sizin gelir durumunuzu anlamaya yönelik sorular sormaya başlar. buna ihtiyacı vardır. örneğin; yurtdışına çıkıp çıkmadığınızı, çıktıysanız ne sebeple çıktığınızı (business or pleasure) ya da olimpos'a gidip gitmediğinizi ya da ne tür parfüm kullandığınızı ya da nerelerde takıldığınızı ya da arabanızın olup olmadığı, eğer varsa markasını, modelini, şasi numarasını, motor hacmini falan sorar.

    örnekleri çoğaltıp 4.3.2.1 yani 24 farklı kombinasyonu yazmak isterim ama maslow'un ihityaçlar hiyerarşisinin doğruluğunu kanıtlamasını istemiyorum.

    şimdi neden bu kadar anlattım: yaşam tarzım ve görece kısa süreli iş yaşantım nedeniyle belli açılardan toplumun kabul ettiği belli açılardan da ayıpladığı bir insanım. sosyal statü'nün ön plana çıktığı durumların gittikçe artması insanı ister istemez düşüncelere sevk ediyor. bu düşüncelerin oluşmasındaki en önemli etken çevre faktörü. çevrenizdeki insanların hayata bakış açıları, sevdiğiniz kişinin hayata bakış açısı ve insanları nasıl değerlendirdikleri... (ve siz ne kadar istemeseniz de bunu yapmaya devam etmeleri) zira sosyal bir mesleğe sahipseniz karşınıza çok fazla sayı ve çeşitte insan çıkıyor. kast ettiğim iş kurumsal bir firmada çalışan (banka gibi) her gün aynı yüzlerle birlikte olan kişiler için en az seviyede geçerli ama geçerli. ancak sosyal bir ortamda daha genel geçer bir durum. hani eğer bir gün karşınıza sosyal statünüzle birlikte olmaktan ziyade sizinle birlikte olmaktan zevk alan bir kişi çıkarsa ve bu kişi hemcinsinizse onunla arkadaş olun yok eğer karşı cinsten biriyse onunla evlenin diyemem ama evlenmeyi düşünebilirsiniz diyebilirim. zira sosyal statü kalıcı olan bir şey olsaydı ne cem uzan fransa'ya sığınırdı ne de oxford mezunu bir adam eskişehir tren istasyonunda simit satardı ne de "çok kültürlü lan bu adam" denilen bir adamın saygısını kaybetmesi gibi bir durum söz konusu olurdu falan...

    (bkz: falan)

    edit: etrafta gelir durumuyla, okuduğu okulla, birlikte olduğu kız sayısıyla, çalıştığı şirketle, gittiği mekanlarla, yediği havyarla, sosyal statü yaptığını sananlara verebileceğiniz en güzel cevap için:

    (bkz: alayınızı sikerim)

  • henüz 27 yaşında sezon başına min 30 gol atan bir futbolcunun hali hazırda milli takım performansıyla birlikte 400'den fazla gol atmışken, kariyerinin sonunda 500+ gol barajını kesinlikle geçeceğini iddia eden futbol üstadlarını ortaya çıkarmış futbolcudur.

  • ülkenin diklemesine iki çizgiyle üçe bölünmüş olduğunu düşünün.

    ilk çizgi eskişehir'le ankara arasında, diğer çizgi sivas'la erzincan arasında
    şehirlerarası telefon kodlarının belirlenmesinde bu yöntem kullanılmış.
    solda kalan (batıdaki) şehirlerin alan kodları 2xx, ortadakilerin 3xx ve sağda kalan (doğudaki) şehirlerin 4xx olması bundanmış.

    ne işe yarar derseniz; bilmediğiniz bir alan kodu olan numaradan arama geldiğinde en azından ülkenin hangi kısımından arandığınız kabaca tahmin edebilirsiniz.

  • bere takmasinin sebebi ne kel olmasıdır ne de şekil görünmek, geçirdiği bir kazadan dolayı kafasında yara izi vardır (lescott'a benzer bir iz); kendi deyimiyle amacı insanların korkmamasıdır. düğününde bile o bereyi çıkarmamıştır. medyadaki en zeki, kendini geliştirmiş kişilerdendir. bu zamana kadar iki kez buluşma fırsatım oldu ikisinde de kültürü ve zekası ile etkiledi.

  • kuralın, takımlar en iyi kadrosuyla sahaya çıkar kısmını anlamadım .

    neye göre kime göre, teknik direktör en iyi kadrom bu amk derse kim itiraz edecek, teknik direktörler niye var.
    kadroyu uefa yapsın o zaman,.

    uefa, ceza verip hükmen mağlup mu ilan edecek. adamlar zaten yenildi, iyice mi yenilecekler.

    kural saçma cezası daha saçma, iyice yenilmek.

  • hırvatistan maçıyla tekrar gördük ki seyircisiz bir şeye benzemiyor futbol. bence seyircisiz maç cezası yerine maçsız seyirci cezası uygulanmalı. olay çıkaran seyircilere 90 dakika mal gibi boş saha izlettirilmeli. (bak bir daha yapıyorlar mı?)

  • sözde yaptırım uyguladıkları rusyaya verdikleri ret oranı bile türkiyeye verdikleri retten daha düşük olan ülke.
    gri pasaportla insan kaçakçılığı yapan malum parti ilçe teşkilatı yöneticilerinin yediği bokların acısını yine ülkenin okumuş orta direği çekiyor!

  • yalnız yaşayan insanım. markette çok yakın olduğundan genelde günübirlik alışveriş yaparım. dün kaşıntı tuttu, işlerim de yoğun olduğundan 1 haftalık market alışverişi yapıp dolaba koyayım dedim.

    elimde sepetle markette dolaşıyorum. ekmek, 600 gram tavuk göğsü, hazır köfte, 15'li yumurta, 1 kilo yoğurt, 500 gram peynir, tereyağı, sucuk, ton balığı, filtre kahve, şampuan bitmişti şampuan alayım, hazır birkaç konserve yiyecek ve temizlik ürünü vs sepeti doldura doldura gidiyorum.

    kasaya geldim, hepsi geçti. "532 lira 90 kuruş." dedi, "tamam. kart, temassız var." dedim.

    o sırada benim kafa geçmişe flashback attı. bir yandan üniversitede okurken barda hayvan gibi içip 100 lira hesap ödeyip çıktığımız günler geliyor, kocaman dubleks evi 800 liraya tuttuğumuz günler geçiyor. bazen muharrem ince dans ediyor, bazen nebati gözünden ışıltı çıkartıyor. kafamın içi 140journos'un "göz kırpmadan x" videoları gibi. biraz dalmışım, kasiyer seslendi. "abi kart red yedi." dedi.

    realiteye döndüm. o sırada telefonum titredi, telefonuma baktım. temassız limitini aşmışım. limiti fazlasıyla geçen yıl koymuştum "bundan fazla harcamam zaten." diye. bu yıl sadece aylık market alışverişiyle limiti aşmışım. uygulamalı enflasyon.

    "temassız limiti dolmuş dostum, şifre girmem lazım. şunu pos makinesine sokar mısın sana zahmet." dedim, kartı uzattım, pos makinesine soktu. şifremi girdim ve hesabımdan "yarım milyar" düştü.

    geçen ay da bilgisayar aldım, ödemesini yaparken evlat acısı gibi oturdu. bilgisayara ödediğim parayla 2019 yılında araba almıştım. kliması falan vardı.

  • komedi bir karar. şimdi tekrar anlatayım.

    7 ekim tarihi, hamas'ın israil'e saldırdığı tarihtir. israil'in gazze'ye saldırdığı tarih değil. 100 days, 100 gün demek. israil'de bazı kişiler veya stk'lar 100 gündür hamas'ın elinde tutulan rehinelerle ilgili farkındalık yaratmak amacıyla böyle bir mesaj seçmişler (sosyal medyada kolaylıkla bulabilirsiniz). bu adam da rehineler için gol sevinci yapmış. ne savaş övmüş, ne bir şey yapmış.

    şimdi eden karzev de aynısını paylaşmış. tahminimce bütün israil vatandaşları da paylaşır. topluca sınır dışı mı edecekler?